13 Mayıs 2012 Pazar

FENERBAHÇE 0-0 GALATASARAY, MAÇTAN SONRA UZUN UZUN


Şampiyonluğun el değiştirdiğini belirtip Galatasaray'ı tebrik etmeli mi, onu konuşmak gerek. Fakat saha içindeki halleri, başarı için her şey mubah zihniyeti, boğazın karşı tarafını memnun ediyor mu, bunu da sorgulamak gerek. Önce maç önü maç ve maç sonu. Düşman kardeşe bazı sorular soracağım, en sonra.

Yine müthiş bir Fenerbahçe Cumhuriyeti günü. Çoluk çocuk, ana baba, sarı lacivert boy gösteriyor caddede. Boğazın diğer yakasını bilmiyorum ama Galatasaray'ın, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi net bir mekanı olmadığı için bir Kadıköy güzelliğini yakalaması mümkün değil, olacağını da sanmıyorum. Beşiktaş'ın da, semtinin konumu açısından Kadıköy güzelliğini yakalaması zor, ancak Galatasaray'dan farklı elbette. Tek tük formasız ya da özenle sarı lacivert giymemiş insan var. Ya totem yapıyorlar ya da Fenerbahçeli değiller. Nitekim bazıları şaşkın ördek gibi dolaşıyorlar. Havadan izleme şansı olsa, sarı lacivert bir ırmak gibi göreceğimizi sanıyorum caddeyi. Stres diz boyu millette, bende nedense yok. Heyecan olmaz mı var elbette. Herkes Denizli ve Kadıköy'de Dynamo karşısında alınan beraberliklerle kaçırdığımız şampiyonluklardan bahsediyor, gazeteler ve hatta kendi yayın organımız dahil buna. Kimse şunu söylemiyor; o günlerde rakiplerimiz de kazanmak zorundaydılar ve maça başlarken bizden gerideydiler. Biz Denizli'de saha dışı faktörlerle savaşırken Galatasaray Ali Sami Yen'de güle oynaya bitirdi maçını. Biz Dynamo'yu evirip çevirip yenemezken, Bursa muhallebi gibi bir Beşiktaş'ı yendi. Ve her iki rakip de kazanmak zorundaydı ve kazansalar bile bizim galibiyetimiz halinde yetmeyecekti. Oysa 12 Mayıs 2012'deki durum bu değildi. Kazanmak zorunda olan tek takım bizdik çünkü puan tablosunda geride olan da bizdik. Yani şampiyonluğu teslim eden biz olmadık. Evet her şey elimizdeydi deniyordu ama beraberlik bizim değildi. Nitekim Galatasaray da bunun üzerine kurdu tüm planını.
Maça geçelim. Müthiş bir kuyruk müthiş bir ilgi, bu sezon ve hatta belki de hayatlarında ilk kez Galatasaray maçı gören ve hatta Şükrü Saracoğlu'na ilk kez ayak basanlar vardı. Şampiyonluk maçlarında ve bu tip derbilerde tribün etkisi ne yazık ki düşüyor bu takımdaşlarımız nedeniyle, sağlık olsun. Stadyumdaki özel şampiyonluk kutlamalarına, ben tüm sezon eğlendim deyip gitmeyen ben, bunu eleştirecek değilim.
Ve büyük bir gürültüyle başladı sezonun finali. Dün maçtan önce şunları yazmıştım. Açıkçası benim beklediğim plan bu değildi. Fakat sakatlığı geçmeyen Gökhan ile Bienvenu-Semih tercihi dışında bu kadroyu çıkarttı Kocaman.
Kocaman’dan aslında beklemediğim ama kafamın bir kenarında duran bir Dynamo deplasman kadrosu da var aslında. Aynı anda iki hızlı kanat oyuncusunu kullanarak oyunu rakip sahaya yığmamızı sağlamıştı. Yani Selçuk’un Emre’nin yanında olduğu, Baroni’nin daha ofansif olduğu bir diziliş. Aslında 4-3-3′e daha yakın.
Volkan
Gökhan . Bekir . Yobo . Ziegler
Selçuk . Emre
Baroni
Dia . Stoch
Bienvenu
Galatasaray’a karşı ne yapar bu kadro? Öncelikle beklerinin çıkmasını engeller. Ancak bekler yardımlaşmalı çıkarsa bu defa bizim bekler yalnız kalırlar. Ayakları çabuk oyuncuları içeri katetmeleri sayesinde, hamle sıkıntılı stoperlere karşı avantaj sağlarlar. Bu da pozisyon ve/veya duran top kazanmamızı sağlar. Adet ve hakem davranışına göre rakibin eksilmesine de neden olabilir. Fakat Galatasaray’ın bu tip bir oyunda kanatlar ikili kapatmaya çalışacağını unutmamak gerek. Ama en önemlisi yukarıdaki kadroda Alex yok. Sakatlığı izin verdiği sürece sahada olması gerekiyor bence Alex’in, bu nedenle son paragraftaki fantaziyi geçiyorum.
...Duran top ve hakem davranışımıza göre rakibin eksilmesine neden olabilir... ifademin ne kadar yerinde olduğunu kanıtladı Cüneyt Çakır. Türk futbolunun yıldızı olarak tanıtılan ama kötü yürekli, kötü niyetli bir yaratık vardı sahada dün. Galatasaray'ın beraberlik amaçlı tüm davranışını anlarım (aşağıda sorgulamak niyetindeyim) ama buna çanak tutan hakemi anlamam. Maçın ilk yarısında, daha 15. saniyede hem sert hem de taktik bir faulle Emre'yi biçen Eboue kart görmedi. Çok alakasız bir faulü ilerleyen dakikalarda bizim sol korner bölgemizde yine Emre'ye ayağına basarak tekrarladı. Sadece uyarı aldı her iki pozisyonda. Sarı kartlı oynayacak bir Eboue'nin, Stoch'a bu kadar sertlik yapması mümkün olur muydu? Devam ediyorum, bir akınımızda yine Stoch'u topsuz arkadan gelip indiren Engin'e, pozisyonu avantaja bırakıp oyunu devam ettiren Çakır neden top oyundan çıktığında kartını göstermedi? Yine bir rakip atağı kasıtlı faullerle kesen Dia ve Emre bu kartları hak ederek net bir şekilde gördüler oysa. Soruyorum, sağ kanadında iki tane sarı kartlı oyuncu bulunan bir rakibe Ziegler-Stoch ikilisi daha fazla baskı uygulama şansına sahip olmaz mıydı? Bunu resmen kasıtlı olarak engelledi Cüneyt Çakır. Engin'in ilk yarıda topu kasıtlı olarak eliyle aldığı pozisyonu saymadım, farkında mısınız? Aynı Cüneyt Çakır'ın, maçın tamamında yavaş hareketlerle oyunu soğutan Muslera'yı bir kez bir uyarmamasını ben affetmiyorum. Benzer şeyi yapan Volkan bırakın uyarıyı hemen sarı kart görüyor oysa. Muslera'nın 6 saniyeyi geçen ihlallerini de saymıyorum zira bizim hakemlerimiz bu kuralı eyyam için uyguluyorlar sadece. Dia'nın topa vurarak tepki göstermesindeki sarı karta diyecek bir şey yok tamam da, iki sezondur neredeyse kart görmeyen ve sakin bir adamı zıvanadan çıkartan faul kararını neden tartışmıyor kimse? Hakan Balta'nın Dia'nın kendisine yaptığı iddia edilen faulü Dia'ya yapmasına penaltı çalabilecek mi Cüneyt Çakır? Pabucumun hakemi eyyamcı Çakır'ın Ujfalusi'yi atışı da aslında eyyam, biz 11 kişi olsaydık o kararı da veremezdi Çakır. Nitekim bu oyuncunun Emre'ye yaptığı faul sonrasında ortalığın karışması sırasındaki davranışı ortada. Yobo ve Ujfalusi kart görüyorlar Melo'ya yok kart, boş geçiyor. Aynı şekilde ısınmakta olan bir Galatasaraylı oyuncu da sarı kart görüyor. Bana birisi sarı kartın nedenini söylesin, adam yedek yahu sahaya girip olay çıkartmasının tek cezası var, o da kırmızı. Ya kırmızı verirsin ya vermezsin. Ama eyyam yapması gerekiyor ya. Kendisine bildirilmiş bir görev var çünkü.
Sakin, topu ayağında tutup sabırla gol arayan bir Fenerbahçe'ye karşı, daha 1. dakikadan itibaren oyunu durdurmaya çalışan, başlatmamak için elinden geleni yapan, oyun oynamak değil oynatmamak, gerilimi arttırmak niyetinde olan bir Galatasaray. Zordu elbette, ligin son maçında küme düşmemeye oynayan Antalyaspor gibi rakip beklenmiyordu herhalde. Fatih Terim'in takımları beraberliğe oynamaz cümlesini söyleyenlere geçen hafta Beşiktaş'tan 2 gol üst üste yeyip, son 3 dakikada top çevirirken gülmüştüm. Bu hafta katmerlendi bu durum. Düşünün 41. dakikadaki bir korner vuruşunu yapmaya giden olmadı Galatasaray'dan. 41 yahu, ikinci yarının 41. dakikası değil bu. Antalyaspor yapmadı bunu, küme düşeceklerdi. Yanlış anlaşılmasın, 85 olur 80 olur 75 olur hatta, 10 kişi kalmışsınızdır. Elbette aptal gibi saldırıp eldeki avantajı kaçırmazsın o dakikadan sonra. Ama daha ilk dakikadan başlayan zaman geçirme çalışmaları, bilmiyorum bu durumu beğenen düşman kardeş var mı? 
Semih'in Muslera'ya çarpıp girmeyen kafa şutu aslında biraz da gecenin özeti gibi, olmayacak bu iş. Sonra Kocaman'ın hamlesi geliyor. Aslında ilk hamle Dia atılmadan önce yapılmak üzere ama tam o sırada Dia gidiyor elden, çıkıyor zıvanadan. Hamle değiştirmesi gerek Kocaman'ın. Bunun için de bir süre beklemesi gerek. Zira kalan 10 kişinin ne yapabileceğini görmesi gerek bir süre. Semih ile Bienvenu değişiyor, Baroni ile Alex. Olmuyor işte. Uzatmaların da Galatasaraylı oyuncuları yere yatmasıyla tamamlanması çok sürmüyor. Sadece 5 dakikalık uzatma veren Çakır'ı küfürlerle anıyoruz, hep birlikte. Maç oynanırken oynamak yerine ölme taklidi yapanlar birden canlanıyor, zıplamaya başlıyorlar. Aslında hakları, şampiyon onlar çünkü. Sahada ne yaptıkları önemli değil çünkü başlarındaki adam deyimiyle, in dı tabela ve rizultato importante.
İki kez şampiyon yalanı başlıyor. Ligi ikiye ayırmanın iki şampiyon çıkarması gerektiği gibi bir durum yok oysa ortada. Ve böyleyse eğer, Süper Final'deki 6 maçında 3 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 yenilgi alan Fenerbahçe'dir, ikinci şampiyon ;) Ama dert bu değil aslında. Bu taraftar sizinle gurur duyuyor diye haykırıyoruz, takımımız alkışlıyoruz. Gözler bunu yapıyor olmanın mutluluğuyla yaşlı. O sırada birdenbire dahaya 50-60 polis giriyor, ellerde cop kafalarda kasklarla, Galatasaraylı oyuncuları çevreliyorlar. Kimin umurunda? Biz sarı lacivert şövalyelerimizi alkışlıyoruz. Elbette küfür oluyor, çiçek tarlası değil zaten ülke. Gerim gerim gerilmiş haftalardır aylardır. Asıl olaylar sonrasında başlıyor.
Bir kısım kasklı tribünlere yöneliyor. En ufak bir içeri girme niyeti yokken gidip biber gazını sıkıyorlar. Kim var orada bakan yok, bunun yapanın gaz maskesi var nasılsa. Çoluk, çocuk, kızlar, kadınlar. Panik yaşanıyor elbette. Bu meretten kaçış da yok, yaşamak için nefes almak zorundasın ama hava gazla dolu. Ağlayanlar, kusanlar, baba ölecek miyiz diyen çocuklar. Minik kuşumu maça götürmediğim için üzgünken birden iyi ki götürmemişim diyorum. Allah kahretsin bunları yapanları. Benim gibi hatta benden daha sert düşünenler var ama Allah'a şükür. İniyorlar sahaya, o biber gazı uygulayıcılarını püskürtüyorlar. Muhteşem bir görüntü. Bugün medyada anlatılan ise sahaya girenlerin Galatasaraylılara saldırmak için girdiği. Bu yalanı söyleyenlerin çok net orospu çocuğu olduğunu ifade ediyorum ben de. Sonra savaş başlıyor. Can pazarı. Yakaladıkları taraftarlara 1'e 15 girişiyorlar. Girişen kim? Emniyetimizi sağlamak zorunda olanlar. Maaşlarını benim verdiğim vergiyle kazananlar. Bunların bir de olay görüntüleyicileri var, fotoğraf, video. Onlar da görevlerini bırakıp taraftar kovalamaya başlıyor. Bu görüntü görevlisi polisler, saha içindeki özel güvenliklerin oturdukları tabureleri tribünlere fırlatmaya başlıyorlar. Onları görüntüleyenler illa ki vardır, çıkar yakında fotoğrafları. Bu kadar olayın kendileri yüzünden çıktığını zanneden belki de o yalanın kasıtlı söylenen düşman kardeş kupa diye tutturuyor. Onlar tuttururken Kızıltoprak Kadıköy arasında iklim değişiyor. Havada sıkı bir gaz kokusu. Ben tribünden bir şekilde aşağı iniyorum. Gaz gözleri yakmış, nefes almak mümkün değil. Stadyumdan çıkınca kurtulacağımı sanıyorum ama tam tersi. Dışarıda insan avı var. Fenerium Maraton'a atıyorum kendimi soluklanıp tekrar çıkacağım. Nafile, oraya bile gaz atılmış sanki. İçeride ağlayan çocuklar, panik içinde anne babalar var. Gaz kokusunu bir süre sonra duymuyorum, kapılar kapalı çünkü. Bu defa kusmuk kokusu sarıyor ortalığı, etkilenen bir sürü insan kusmuş, çok normal. Dışarıda kapıda maskeli polisler, ellerindeki gaz bombası tüfekleriyle uzaktan taraftar avlıyor. Kızıltoprak'ta polis otolarının yakıldığı bilgisi geliyor. Bir kısım dost tribünde kalmış, etraftaki dükkanlarda mahsur kalanlar var. Bir sürü taraftar da polisin saldırısına ve şiddetine uğramış. Küfür ediyorum ve soruyorum kendi kendime, deplasman taraftarının olmadığı bir stadyumda, maçın bitiminde maskeli, kasklı, coplu ve en önemlisi gaz bombası tüfeği bulunan polislerin sahanın içinde ne işleri var? Görevleri nedir?
Uzun bir süre bekliyorum, eş dost arıyor iyi misin diye. En çok minik kuşla kuştan endişelenmişler, onların evde olduğunu söyleyince rahatlıyorlar. Minik kuşumun İngilizce öğretmeninin eşimi aradığını ertesi sabah öğreneceğim. Gün içinde formalı gördüğü için kadıncağız maça gittiklerini düşünmüş, evi Kızıltoprak'ta. Hemen arayıp bizim eve gelin korunun demiş kadın, ya da eşi gelip alsın demiş. Çıkıyoruz stattan Adem'le, Kızıltoprak'a doğru. Maraton'un önünde dağıtılmış polis araçları var. Metrobüs tarafında ise havada bir gaz bulutu. Kızıltoprak'a yaklaştıkça gaz kokusu artıyor, artık bağışıklık devreye giriyor, doğal gaz maskesi. Pis pis sırıtan memurlar var ortada. Sonra yeni açılan Opet'in önündeki yakılmış polis otoları çıkıyor karşımıza. Yanı benzinlik, Allah korumuş. Yukarıda bir helikopter ara sokaklara ışık tutuyor. Gaz bombası atıldığı da söyleniyor helikopterden. Işık ise aşağıda taraftar avına çıkan polisler için. Küfür yeterli değil bu şerefsizlere. Eve gidiyorum bir şekilde ve kalbimdeki nefret şunu söylüyor, o gaz bombası atanların çocukları, eşleri de aynı şeye maruz kalsın, sahaya giren taraftara 1'e 15 girenlere de tek başlarına savunmasızken 15 kişi saldırsın, yere düştüğünde kafasına tekme atsınlar. Onların anaları da evde televizyondan bunları seyrederken bizim analarımızın hissettiklerini yaşasınlar. Ama hepsinden öteye ülkeyi bu hale getiren orospu çocuklarının belasını versin Allah.
Son cümle. Belki tekrar ama olsun. Bu olayların, Fenerbahçe taraftarının, Galatasaraylı oyunculara saldırmak için sahaya girmesi üzerine çıktığını yazan, söyleyen çok net orospu çocuğudur. Ve hak ettiğimiz için kendimize batırayım iğneyi. Eğer İpekçi'deki kadın basketbol Avrupa kupası maçı sonunda, Galatasaray taraftarına saldıran polise Vur vur diye tezahürat yapmak yerine, karşısında dursaydık bazı şeylerin başlamasını sağlardık. İşi herkes kendine yonttuğu için bokunu çıkarttılar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder