Neden uzun uzun? Çünkü top tutmayan bir takıma dönüşüyoruz ve uzun toplarla oynuyoruz artık. Bu nedenle uzun uzun dedim. Ama kısa kısa yazacağım.
Öncelikle geçmiş olsun. Kura çekimi öncesi grup muhabbetlerini yapamayacağız, merak içinde beklemeyeceğiz çekimleri. Gruplara kaldık, transfer lazım diye bağırmayacağız. Ve en önemlisi, Türkiye için ayrılan paranın tamamı, düşman kardeşin kasasına gitti. Geçen yıl bunu TFF kendi elleriyle Dynamo'nun kasasına koymuştu. Bu sezon ise kendimiz. Geçmiş olsun, sağlık olsun.
Aykut Kocaman'ın İstanbulspor'da başlayan teknik direktörlük kariyerinin özeti topa sahip olan ve topla çok oynayan takımlar kurmak olduğunu söylemek gerek. Parreira'yı örnek aldığını düşünüyorum Kocaman'ın. Bu oyun onun Fenerbahçe'ye getirip oturttuğu bir oyun, top sende kalırsa rakibin sana gol atamaz. Bunu uygulamak için de teknik kapasitesi yüksek, baskıda topu doğru kullanmayı becerecek oyuncular lazım. Fenerbahçe, Kocamanlı 3. sezonunda, bu oyun şeklinden vazgeçme niyetinde gibi. Anlatayım;
Diziliş ne olursa olsun Fenerbahçe, kaleciden başlayıp forvette biten bir doğru üzerindeki noktalardan oluşan bir omurga ile ayakta duruyordu. Nitekim bu omurga günümüz futbolundaki şartlardan birisi. Biz bu omurgayı yıllar süresince kalede Volkan - Rüştü, stoperde Luciano-Tomas, Luciano-Servet, Luciano-Önder, Edu-Lugano, Yobo-Lugano, orta sahada Selçuk-Kemal-Ümit-Marco-Appiah-Maldonado-Emre-Josico-Baroni önleride de Pierre-Semih-Nobre-Alex-Kezman-Güiza-Niang-Sow ile oluşturduk. Omurganın iyi hareket etmesi, bu omurların birbiriyle olan uyumuyla mümkün.
Bu sezona baktığımız zaman bu omurga Volkan / Yobo-Egemen / Topal-Baroni-Selçuk / Kuyt-Sow şeklinde oluşturuluyor. Peki neden istediğimiz pas oyununu yapınca başarılı olamıyoruz? Çünkü hızlı oynayamıyoruz. Hız her şey artık futbolda. Bugün yediğimiz gol ki elenmemizin nedenidir, rakibin hızı sonunda gerçekleşti. Her pasta bizden bir adım öndeydiler. Biz savunma için her hamleyi yaptık ancak sadece saliselerle gecikerek yapınca engel olamadık gole. Hız bu işte.
Kocaman'ın Alex'i verimli oynatabilmesi için, defansın önünde hızlı ve ayağa pasla ve gerekirse top sürerek çıkabilecek yer alan oyuncuya ihtiyacı var. Elinde bu nitelikte bir oyuncu olmadığı için Alex'e ikinci oyun olanına atmak gibi bir tercihte bulunuyor. Eleştirmek mümkün, hakaret değil. Ne yapıyor Kocaman? Dörtlü defansın hemen önüne yer değişerek oynayan bir üçlü orta saha koyuyor. Bu oyuncuları seçerken rakibin durumunu gözetiyor. Daha fazla rakip alanda görünmek için Baroni ile Topuz aynı anda oynuyor. Eğer defansif bir kontrol istiyorsa Selçuk ile Topal'ı aynı anda sürüyor oyuna.
Bu üçlünün önüne de Alex'i koyabilecekken yani 4-3-1-2 oynayabilecekken, klasik 4-3-3'ü tercih ediyor ve Krasic-Sow-Kuyt üçlüsünü sahaya sürüyor. Bu takımın hızlı oynaması mümkün. Bunun için de topu ileriye uzun paslarla taşımayı seçiyor. İleri üçlüde özellikle Sow ve Kuyt, sağlam fiziksel özellikleri ve rakip defansla boğuşmaktan kaçmayan stilleriyle, uzun topları yararlı kullanacak oyuncular. Sıkıntı burada başlıyor işte zira bu oyuncuların topu indirebilmeleri halinde çok hızlı kaleye inmeleri gerekiyor. Fakat orta sahadaki üçlüyü defansif oyunculardan seçince, bu hızlı bindirme mümkün olmuyor. Aynı sorun, uzun topların rakip defanstan dönüşlerinde yani ribaundlarda da ortaya çıkıyor. Böylelikle kalecinin, stoperlerin uzun vuruşları rakip alana en hızlı şekilde ulaşıyor. Bu hızı, pas oyunuyla sağlayacak oyuncularımız yok.
Bugün Kocaman'ın oyun planı bence şöyleydi. Öncelikle sağlam orta saha (Baroni yerine Selçuk) kurdu. Topu Spartak'a bırakmayı göze aldı. Böylelikle defansa çekilmesi muhtemel bir Spartak'ı topla daha çok oynamaya teşvik edecekti. Ancak bozulmayan bir görüntü veren rakibi, orta sahamızın ters uzun paslarıyla dengesiz yakalamak ve özellikle Krasic'in hızıyla rakip kaleye inmekti amacı.
Peki ne oldu? Daha 5. dakikada, defansif olarak hızlı olmak hariç tüm doğruları yapmamıza rağmen bir baskında yenik duruma düştük ve 16'da Krasic'in sakatlanmasıyla ilk değişiklik hakkımızı kullanmak zorunda kaldık. Maçtan önce şöyle yazmıştım;
...Maç sahada oynanır, teknik direktörün verdiği kararlar ne kadar önemli olsa da, saha içindeki herhangi bir eylem, tüm kararları yanlış hale getirebilir. Oyun planı bozulabilir, taraftarın morali bozulabilir. Bu nedenle vereceğiniz tepkinin nelere yol açacağını hesaplayıp gidin maça...
Bu oldu işte ve toparlayamadık. Olmasaydı sıkıntı olmazdı demiyorum, dikkat. Ben bu oyun sisteminin doğru olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca Kocaman'ın takımı sürekli böyle oynatıp oynatmayacağını da bilemem.
Evet toparlayamadık ilk yarı. Bir şutumuz var, Stoch'tan. O da avuta gitti. İkinci yarıda harikalar yaratan rakip kalecinin ilk yarı kurtarışı var mı?
Peki ikinci yarı ne oldu? Öncelikle saha içindeki üstünlüğümüz Alex'in girişiyle başlamadı, dikkat. Ancak onun girişiyle verimli olduğu gerçeğine de bakmak gerek. Fakat ikinci yarıdaki değişiklik ilk yarıda ortalıkta pek görünmeyen Topuz ile Topal'ın müthiş bir tempo koymaları sonucunda oldu. Elbette skoru koruma refleksli Spartak'ın da geriye yaslanmasının etkisi var. Ne garip değil mi? Ne kadar çok etken birbirini etkiliyor ve değiştiriyor. Biz de bunun güzelliğini bırakıp hata yapsın yapmasın, sevmediğim bir oyuncumuzdan çıkarıyoruz günün yorgunluğunu. Selçuk'a yapıyoruz mesela bu kötülüğü. İlk yarı yanında oynayan Topuz ile Topal pasif oyunları sırasında inisyatif alan, hocasının dediklerini sahaya koymaya çalışan, uzun ters toplarla kanatları oyuna sokan Selçuk. Ama camia toleransımız oyuncuya göre değişiyor. Kuyt'un en kötü vuruşunu ıslıklamayan Selçuk'a bakıp şaşı diye küfür ediyor. Kimseye hakaret etmesek?
Ve evet Alex'in girmesiyle, bu baskı biraz daha akıllıca kurulmaya başlandı. Önce direkler geldi sonra gol geldi. Kalecinin müthiş kurtardığı şutlar vardı. Özellikle Topuz'un ve Topal'ın skor üretmek için çabaları kayda değerdi. Fakat ikinci yarıda ulaşılan tempo maçın sonuna doğru feci bir düşüşe neden oldu doğal olarak. Bu nedenle rakibin sayısal olarak eksilmesi, atacağımız bir gol ve uyayacak maçta dezavantaj olmayacaktı bizim için. Son anlarda Alex'in çıkarttığı pasta topa vuramayan Sow'un üzüntüsünü tribünden görmemiştim, maçın özetini izlerken gördüm içim parçalandı. Diğer tüm oyuncularımızın da bırakın renk aşkını veya parayı, bir futbolcu için en önemli organizasyon olan Şampiyonlar Ligi'nde oynayamayacak olmalarının acısını da düşünün bir. Bugün kimse ne ıslığı ne hakareti hak etti. Bugün her oyuncumuz en az kapasitesi kadar mücadele etti. Olmadı :(
Benim beğenmediğim oyuncu yok bugün. Dönem dönem maç içinde hatalar yaptılar ama ellerinden geleni yapmadıklarını söylemek vicdansızlık olur. Fakat özellikle Selçuk'a verilen tepki o kadar anlamsız ki. Salih'in, Recep'in, Berk'in ne düşündüğünü tahmin ediyor musunuz? Oynayıp hata yaptıklarında küfür edilmeyeceğinin garantisini kim verir? İkinci yarıda koyduğu presle tribünleri ateşleyen Topuz'a bile yaptığı bir top kaybında küfür edenler vardı bugün. Ve biliyorum ki hep orada olacaklar. Yoksa Hasan Ali, neden taca giden topları yakalayıp oyuna başlamaya çalışsın, top toplayıcıdan ister olur biter. Öyle bir stres var ki tribünden gelecek tepki korkuısuyla, Salih'i, Recep'i, Berk'i düşünemiyorum bile. Kıyamam ki çubuklu giyene ben.
Şimdi ne olacak? Avrupa Kupası maceramız sürecek elbette, bir alt ligde. Aşağıda muhtemel gruplar rakipler var. Daha tamamlanmadı. Elemelerdeki maçlardan önceki tahminlere göre yapılmış değerlendirmeler de var. Ancak bizim en kötü 2. torbada olacağımız ortada. Birinci torbaya çıkarsak gayet iyi olur ancak buradaki takımlardan sadece Twente ilk maçta kötü bir skor aldı, Bursaspor'a deplasmanda 1-3 yenildi. Bu durumda 4 takımdan oluşacak grubumuzun ilk torba takımı güçlü bir ekip olacak. Liverpool ve Inter futbolcu transferi açısından hoş eşleşmeler olur. Cumaya belli olacak her şey. Burada ne yaparız neler yapmalıyız, önümüzdeki sezon için çok önemli. Ben bu sezonki kadronun oturmasının uzun süreceğini, bu nedenle Şampiyonlar Ligi gruplarının bizim için fazlalıkla zor olacağını düşünüyordum. Avrupa Ligi puan toplama açısından daha kolay. Bu nedenle, özellikle seneye silinecek olacak 2007/08 çeyrek finali puanlarını düşünürsek, bu sezon alacağımız azami puan çok ama çok önemli.
Group Stage (48 teams) |
---|
Pot 1 coef. Pot 2 coef. |
Maçtan sonra karşılaştığım canım kardeşim Can ile konnuştuktan sonra biraz kendime geldim. Bugün Denizli'de berabere kalıp Galatasaray'a, Kadıköy'de Trabzon'u yenemeyip Bursa'ya ve yine Kadıköy'de Galatasaray'ın yerden kalkmadığı maçta onlarla berabere kalıp onlara kaptırılan şampiyonluğun farkına vardım. Bunların ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Hep o 1 gol yüzünden olduğunu fark ettik Can'la.
12 Mayıs'ta o 1 gol olsaydı bugün Real Madrid - Barcelona maçı daha çok ilgilendirecekti bizi. Halam amcam durumu ama öyle. Spartak deplasmanında uyuduğumuz kornerden gelen o 1 gol olmasaydı, bu gece evimize en az 30 dakika daha geç dönecektik, olmadı. O 1 gol bir türlü gelmedi 2006'dan beri. Denizli'ye 3 maçta 10 küsur gol attık, ama o 1 gol son maçta gelmedi. Kadıköy'de Dynamo'ya da gelmedi o 1 gol Paok'a da gelmemişti.
Artık o golü atma zamanı geldi sanıyorum. Eğer kainatta bir denge varsa, o bir gol gelmeli. TOpuz'un üst direkten yere inen kafa vuruşu, kaleciye çarpıp kaleye girmeli, bir seferliğine. Denge olmalı artık. bir oyuncumuzun taca giden şutu bir başka oyuncumuzun kafasına çarpıp, ezeli rakibin kalesine gol olmasın, istemiyorum ama o 1 gol gelmeli artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder